MoR-CaFeS'ime HOŞGELDİNİZ

Bu benim dünyam.. Yaşam alanım! Odam.. Labirentim.. Çıkmazlarım.. Kafesim..
Siz de benimle; benim labirentimde, mor cafesimde kaybolmak isterseniz, buyrun içeriye!!

28 Haziran 2010 Pazartesi

Bir Başkadır İSTANBUL


Adına; hikayeler, şiirler, şarkıla yazılmış, filmler yapılmış koca şehir İSTANBUL.. Sana sesleniyorum..
Sensiz küçük, yorgun gözlerim acıyor.. Yüreğim burkuluyor.. Sonra Orhan Veli Kanık'ı anımsayıp kapatıyorum gözlerimi ve seni dinliyorum.. Ve şunları söylüyorum:

Her mevsim bir başka güzeldir bu metropol
Her mevsim ayrı bir renk..
Her gün ayrı bir tat...

Sonbahar'ı gridir..
Yağmurlar yağar herkese günahları kadar..
Yağmur olur akar üstünden,
Geriye,hatıraları kalır onlar da kurur üstünde..

İlkbaharları vardır bu şehrin;
Yemyeşil, capcanlı..
Aşkları, çiçekleri, böcekleri..
Vazgeçilmezidir bu şehrin..

Kışları beyazdır..
Bembeyaz...
Yılgın, yorgun..
Özlem vardır..
Soğuktur..
Bazen giden bir askerin yolu beklenir..
Bazen birlikteliğin sıcaklığı ile süslenir..

Yazları sarıdır, mavidir..
Denizi dalgalı, sürükleyicidir..
Aynı bir aşk hikayesine benzer İstanbul..
Göz kamaştırıcı, büyüleyicidir..

Her gün ayrı bir tattır bu metropolde..
Her güneş ile yeni bir gün doğar bu yürekte..
Ama bu yürek hep İstanbul ile...

3 Haziran 2010 Perşembe

ERKEKLER NE SÖYLER KADINLAR NE ANLAR



İşte o film:
Uzun zamandır izlemek istediğim bir film vardı.. Bugün DVD’sini buldum ve hemen aldım.. “Erkekler Ne Söyler? Kadınlar Ne Anlar” Filmin tek bir sonucu var “ASLA UMUDUNU YİTİRME”... Sanırım bu aralar ihtiyacım olan cümle buydu.. Ve bu aralar mutlaka izlemem gereken filmde buydu..

Filmde çok farklı olaylar zamanla birbiriyle harika bir bağ kuruyor. Senaryo harika yazılmış, mekanlar çok iyi seçilmiş, oyuncular rollerine “cuk” oturuyor.. Oyuncu kadrosu mükemmel..

Film hakkında yapabileceğim tek bir olumsuz eleştiri yok.. Söyleyebileceğim tek şey: Erkekleri bilmem ama her bayanın izlemesi gereken bir film..

Ve ister filmi izleyin, ister izlemeyin; hayatta karşınızdaki insan için, kendinize hep şu soruyu sorun: “İstisna mısın, yoksa bu bi kural mı?”

Filmin DVD kapağının arkasında yazan konu bölümü şöyle:
Sana seni arayacağını söyleyen ama aramayan o sevimli erkeği bir düşün.. Belki de numaranı kaybetti. Belki de şu anda bir hastane de. Belki, güzelliğin, zekanya da başarından dolayı sana korku ile karışık bir hayranlık duyuyor. Belki de sadece sana ilgi duymadı. Ben Affleck, Jeniffer Aniston, Drew Barrymore, Jeniffer Connelly, Kevin Connelly, Bradley Cooper, Ginneifer Goodvin, Scarlett Johansson ve Justin Long gibi tamamı yıldız oyunculardan olulan kadrosuyla film, aşkı arıyor ve karşılığında kahkaha fırtınası kopartıyor. Sex and the city serisinin yazarı Greg Behrendt ve Liz Tuccillo’nun çok satan hikayesinden uyarlanan “Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar?” randevu savaşlarından sağ salim çıkmayı başarmış herkes için bir başucu filmi olacak.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Aşkın 500 Günü



Filmin arkasında ki not şöyle: Aşk ve kader üzerine alışılagellmişin dışında bir film izlemeye hazır mısınız? Genç tebrik kartı yazarı Joseph rüyalarının kızını ümitsizce aramaktadır ve iş yerindeki yeni mesai arkadaşı belki de "tam aradığı kızdır". Ama ilginç ilişkilerinin 500 günü (sırasız bir şekilde) mutluluğa giden yolun önceden belirlenemez ve kontrol edilemez olduğunu gösterir. Klasik romantik komedi filmlerinden sıkıldıysanız, bu film tam size göre...

Hıncal Uluç'un ise söz konusu film hakkındaki yorumu şöyle: "Ağkın (500) günü son zamanlarda seyrettiğim en tatlı, en hoş romantik komedilerden biri.."

Filmi DVD'lerimi satın aldığım DVD'cim tavsiye etti. Kapağı da gözüme çok cici göründü.. Hiç tereddüt etmeden aldım. Ama filmi izlediğim süre boyunca "e hadi nerde bunun sonu, nereye bağlancak" diye düşünmeden edemedim..

Sade ve sadece, 90 dakikalık olan bu film beni izlerken sıktı. Romantik, komedi diye aldığım film; evet romantik sahneler içeriyor, ama komedi falan değil..

Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel'in oynadığı bu film için tabiiki de sadece olumsuz eleştiri yapmayacağım..
Daha iyisini yapabiliyor olsaydım Marc Webb yerine ben yönetirdim bu filmi değil mi ama? WaterMark yapımı olan bu film 2009 yapımı.

Yönetmen Marc Webb'in sahneleri işleyişi, filmin kurgusu ve çekim açıları gerçekten hoş bir film.. Ancak filmin sonuna kadar çok basit bir aşk hikayesi anlatıyor film.. Sadece harika kurgulanmış basit bir aşk hikayesi..

Yine de sonunu tahmin edebiliyorsunuz.. Film bitmeden.. Aslında sonunu bildiğim filmleri sevmem.. Ama bu filmde sonu tam istediğim ya da beklediğim gibi bitmesine rağmen bana şunu dedirtti: "evet, işte bu film böyle bitmeliydi!!"

Evet, bu film daha farklı bir sonla bitseydi gerçekten bir daha asla izlenmeyecek filmler köşesine kaldırılabilirdi..

Ama, dedim ya... Güzel filmdi.. :)

30 Nisan 2010 Cuma

Yaşanmış Bir Olay






Facebook'ta dolaşırken bir arkadaşımın alıntı yaptığı bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim..

Bu olay 14 Ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş.






"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı.
Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi. Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı.

Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: "Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek: "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar."


22 Nisan 2010 Perşembe

BUGÜN 23 NiSAN




 Merhaba... Ben Emre.. Işık okulunda okuyorum.. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını çok seviyorum, O yüzden ATATÜRK ve TÜRKİYE'yi çok seven bir kişiliğim. 

Ayrıca herkes sever beni. Şiir yazıyorum, hikaye yazıyorum.

Atatürk şiir kitabı yazıyorum. 23 nisan yazılarım da var ama bulamıyorum. Keşke bulabilsem güzel olurdu.

İmza:
Emre Ekici


23 Nisan için Blogum Ona Teslim...



=) Sonunda blog'umu birine teslim ettim :) Yazısı hazır... Ama birazdan ekliycem bu aksam önce onunla sizi tanıştırcam.. :))




 Emre Ekinci...
 Özel FMV Işık Okullarında okuyor.. 

Kendisini 3-4 senedir tanıyorum... Dünya tatlısı zehir gibi bir çocuk..




"Benim internet sayfama yazı yazar mısın?" diye sorduğumda; 

"Hemen yazarım" dedi.. 15 dk sonra kapı çaldı ve Emre'nin yazısı hazırdı..

Hemen birkaç kare fotoğrafını çektim Emre'nin.. 


Bu arada öğrendim ki; Emre, büyüyünce medya dünyasında çalışmak istiyormuş.. Babası ile konuşurken benim şu anda bir reklam şirketinde çalıştığımı öğrenen Emre, "Bende büyüyünce reklamcı olcam" dedi.. 

Sonra, Emre'nin bir çok yazısının olduğunu öğrendim.. "Emre ile Necati" diye bir yazı dizisi bile varmış.. Küçük Bey'imiz şu sıralar yazı dizisine yazdığı sonu pek beğenmemiş.. "Komedi filmine böyle son olmaz" demiş ve yeni bir son yazacakmış... 





Emre, bir ara yazılarını bana getirecek.. Ve ben Emre'ye önce Blogumdan bir bölüm ayıracağım, sonra eğer kendisi de memnun kalırsa, ona bir blog sitesi açacağız... =) Söz verdik.. =) 



Bir de bu fotoğrafı çekildikten sonra, evine giderken söylediği bir cümle vardı Emre'nin...
Beni gece gece gülümsetti.. Buraya da ekleyeceğim.. Sizin de yüzünüzde gülümsemeler açacak olan yazımın son cümlesini:

"Fotoğraf çektirirken zorluk çıkarmayı çok severim..."




21 Nisan 2010 Çarşamba

23 Nisan'da Devir İşlemi için geri sayım başladı..


23 Nisan'da bu blog kimin???

Bugün 21 Nisan 2010... Yani 23 Nisan'a 2 gün var... Bende 23 Nisan'da blogumu bir çocuğa vereceğim.. Ve blogumu bir çocuğa vermenin rahatlığıyla uyuyacağım bu gece... Çocuğumuz kim derseniz öncelikli seçimi Unicef'den yana kullanacağım.. Unicef'e mail atacağım ve bir çocuğun bloguma birşeyler yazmasını isteyeceğim... Olmadı Kardeşimin okulundan ilkokul çocuklarına yazdıracağım... O da olmadı, konu komşuya sorcam... Baktım hiç olmuyo... İçimdeki çocuk size bişeyler anlatır belki... 

Şimdiki çocuklar ne hisseder, ne düşünür bilmiyorum ama... Ben 23 Nisan için bu sefer çok heycanlıyım... Çünkü blogumu bir çocuğa teslim edeceğim... =) Umarım güzel şeyler anlatır bize.. Biz de keyifle okuruz... =) 

17 Mart 2010 Çarşamba

ALAÇATI


Yaz yaklaşıyor... Okullar tatile girecek, Çalışanlar izinlerini alacak.. Ve herkes bir tatil planı peşinde koşturacak.. Turizm cenneti ülkemiz içerisinde tatil yapmak isteyenler genellikle klasikleşmiş mekanları tercih ediyorlar.. Bunların başında ise; Bodrum geliyor... Bodrum, Antalya, Marmaris, Kuşadası derken son senelerde yeni bir tatil cenneti ortaya çıktı ALAÇATI...

Alaçatı, İzmir Çeşme'de... Uzaklığı İzmir'e otoyoldan 30 dk. Yol boyunca Alaçatı'da en çok dikkatinizi çeken yeldeğirmenleri ve rüzgar santralleri olacaktır.. Oldukça fazla olan bu rüzgar santralleri  bölgenin en önemli gücü olan rüzgarı elektrik enerjisine döndürmeye yarıyor..

Son dönemlerde ünlülerin aşk kaçamaklarını yaptıkları tatil mekanı olarak ünlenen Alaçatı'yı 4 sene öncesine kadar bir çok insan bilmiyordu bile.. Ben 3 sene önce bir aile dostumuzun tavsiyesi ile gittiğimde büyülenmiştim bu şirin ilçeye.. Windsurf öğrenmek için tercih etmiştim bu tatil cennetini... Sonuç hüsran olsa da seviyorum bu koyu...

Alaçatı koyu, Ege kıyılarında yer alan pek çok koydan biri aslında... Ama iki önemli özelliği Alaçatı'yı Windsurf yapanların cenneti haline dönüştürüyor.. Bu özelliklerden biri; Alaçatı'nın hiç dinmeyen rüzgarı... Diğeri ise; deniz kıyısından 60-80 metre ilerisinde bile yüksekliğin bir buçuk metreyi geçmemesi...

Windsurf yapmasamda yapanları izlemek, bu dogal güzelliği görmek mükemmel bir zevk veriyor insana.. Rüzgara karşı, saçlarınız dalgalanırken, sigaranızın yarısından çoğuunu rüzgarın içmesi sizi rahatsız etmiyor bu doğal güzellik diyarında..

Dünya Surf şampiyonu Bora Kozanoğlu'nun Alaçatı Windsurf School adıyla açtığı surf okulu ile ünlenmeye başlayan bu güzelim koy şuanda gözde tatil mekanları arasında başı çekiyor.

Ama hep sorguluyorum.. 3-4 yıl öncesine kdr herkesin "ora nere?" dediği bu güzelim koy... Ne oldu da bu kdr ünlendi?Nasıl oldu da bi anda fiyatlar 3 katına cıktı ve bütün sosyete orayı tercih etmeye başladı..? 3 yıl içerisinde Bodrum'a benzedi... Spor merkezinden cok eglence merkezi oldu.

16 Mart 2010 Salı

O Mavi Gözlü Bir Devdi..




"AŞK nedir?" diye binlerce kez yazıldı çizildi üzerinde.. Bir sonuca varılamadı henüz... AŞK göreceli bir kavram yeryüzünde.. Herkese göre farklı bir anlamı var.. Kimine göre kalp çarpıntısı, kimine göre donup kalmak... Kimisi tek gecelik yaşar, kimisinde bir ömür sürer... 1 kere mi aşık olunur sadece? Yoksa yaşadığın her ilişki aşk mıdır sence?

İnsanoğlu her türlü aşkı anlattı bize.. Bazen bir şaraba duyulan AŞKtan söz ettik, bazense Allah'tı tek AŞKımız.. Ne olursan ol yine gel dedik... 

Mart ayı içerisinde size hep AŞKtan söz edeceğim demiştim ya... Bugün de bir aşkımı anlatacağım sizlere... 11 yıldır hiç görmediğim, duymadığım bir AŞK.. 

Masmavi gözleri olan, beyaz saçlı dev bir adama AŞIKtım ben.. Onu hep takım elbise ile hatırlarım hasta yatağında yatmadığı sürelerde.. Ya da spor için giydiği eşofmanlarıyla... Elimden tutar parka götürürdü beni.. Ben sallanırdım o yürüyüşünü yapardı.. Sonra eve gelirdik bi duş alırdı, giyerdi takım elbisesini alışverişe çıkardık.. Gezmeyi çok severdi.. Eğlenmeyi de.. İçmeyi de bilirdi, söylemeyide.. Benim gibi türk kahvesi vazgeçilmezi idi onunda.. Hastalanmadan önce yanında tek bir sigara içmekte büyük keyfiymiş.. Çapkın bir adammış.. Ben bilmem o yönlerini.. Bende sadece güzel anıları var.. 

Çarşıya ya da parka çıkardığında beni yürürken hep ensemden tutardı.. Uzundu çünkü.. Mavi gözlü dev'imdi o benim..

11 yıldır görmüyorum onu, kokusunu duymuyorum, sesini işitmiyorum... Ama, hissediyorum.. Ara sıra dolaşırken, bir parkın önünden geçtiğimde, ya da moda sahilinde yürürken, ensemde elini hissediyorum.. Yanımda olduğuna inanmak istiyorum belki de... Belki de ihtiyaç duyuyorum yanımda olmasına.. Özlüyorum..

Evet.. Evet.. Ben onu çok özlüyorum..

Biliyorum bu yazıyı annem bir kaç güne okuyacak.. Sıkı takipçim kendisi.. Ve çok ağlayacak bunu da biliyorum.. Beni bazen ona benzetiyor zaten annem..

Yazarlığım ondan geliyormuş, öyle diyor.. Şiir aşkım, müzik sevdam.. Hep onun gibiymiş.. Onun gibi okuyormuşum şiirleri, ve yazarken, onun gibi dökülüyormuş kelimeler kalemimden.. Ne güzel... O'na benzemek ne güzel.. Hayatı bir an bile onunla paylaşabilmek ne güzel.. 

Dedem o benim.. Bundan tam 11 yıl önce kaybettiğim dedem.. Mavi gözlü devim.. 

Mavi Gözlü Dev, biliyorum benimlesin.. Ve bugün seni kaybedişimin 11. yılı... 

Söylenecek tek bir şey var geriye...

Seni çok özlüyorum..



4 Mart 2010 Perşembe

Onların hikayesi..






















Bizimkisi bir aşk hikayesi derler ya.. Öyle başladı onların da aşkı.. Virgülleri sevmezler, noktalı virgül kullanmazlar.. Cümleleri hep üç nokta ile biter.. Devamını getirmezler.. Zaten devam etmelerine de gerek yok.. Birbirlerini gözlerinden okuyabiliyorlar hayatı.. 

Kimseye benzemezler.. Sadece kendileri gibiler.. Birtek birbirlerine benzer inatçılık huyları.. Hani tartışmalar aşkın tuzu biberi derler ya.. Bunların tuzu da biberide inatlaşma.. İki küçük çocuk gibi kavga ederler ve anında barışırlar.. 

Tartışma sebepleri ise; gülersiniz ama tavla oynarken hile yaptın, okey oynarken puanımı yazmadın... :) işte bu kadar saf ve güzel onların tartışması.. 

Kimden mi bahsediyorum???
Kuzenimden ve sevgilisinden...

Dünyada gördüğüm en inatçı ama en tatlı çift.. Bugün onlar için birşeyler yazmak istedim.. Seviyorlar birbirlerini gözlerinden belli.. Asla kıramazlarda birbirlerini.. Çünkü gerçek sevgi kırmaya değil dokunmaya bile kıyamadığındır.. 

Yazımın son cümlesinde; mutlu olmayı hak eden herkese dokunmaya bile kıyamayacağı bir sevgi diliyorum..

Sevgi ile beslenmeye devam edin..


    

1 Mart 2010 Pazartesi

Bahar Geldi





Bugün uzunca bir zamandan sonra ağaçlarda açan çiçekleri gördüm.. Ve dedimki "İşte, sonunda geldi.. Bahar geldi.."

Hoşgeldin Bahar... 



Bahar denilince nedense aklıma ilk olarak "çiçekler" geliyor.. Çiçekleri çok sevdiğimden midir bilinmez, her gördüğüm ağaçta açan beyaz minik çiçek arıyorum.. Her ne kadar az kalmış olsada yeşillikler.. Gördüğüm yeşilliklerde papatya arıyorum.. Sümbül arıyorum, karanfil arıyorum.. Gözlerim hep çiçek arıyor..

Ama daha ötesi var.. Bahar gelince çevrede aşk arıyorum...

Bahar bana aşk'ı hatırlatıyor nedense.. Ve tüm gördüğüm güzel çiftlere "hep böyle kalın" demek istiyorum..

Bahar mevsiminin gelmesi ile Mart ayı boyunca "AŞK" temalı yazılar paylaşıcam sizlerle.. Elimden geldiğince, kalemim tükenmedikçe, klavyem bozulmadıkça türeticem.. Tıkandığımda ise geçmişte karalanmış dosyalardan çıkaracağım bir kaç satır.. 

Bugün Baharın başlaması ile 1 yazı 1 şiir ile "Hoşgeldin" diyorum Aşk kokulu çiçeklere.. "Hoşgeldin Bahar.."

23 Ocak 2010 Cumartesi

BEYAZ İSTANBUL



Başlıktan da anlayacağınız gibi bugün İstanbul'un üzeri bembeyaz bir örtüyle kaplandı.. Sabah gözlerimi açıp, camdan baktığımda; her bir tepesi karla kaplanan bu 7 tepeli mükemmel şehire, bir kez daha aşık oldum.. 

Beyaz rengi, tüm dünya da saflığı temizliği temsil eder ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul'un beyazlar içine bürünmesi beni resmen büyülüyor..


Yaprakları dökülmüş ağaçların, sanki beyaz çiçekler açmışçasına kar ile kaplanması; tepelerin bir tek zirvelerinin değil tamamının beyaza örtülmesi; çocukların sokaktaki kar topu savaşı ve şehre sanki, ters-düz edilmiş bir yılbaşı süsü gbi, bembeyaz köpüklerin yağmasından gözlerimi alamadığımı farkettim bu sabah..

Ve kendime bir kahve yapıp camın kenarında bu güzel günü izlemek istedim sessizce..

Mutfağa doğru yöneldim, önce bir kupa çıkardım en büyüğünden, sonra kahveyi aldım dolaptan.. Tabii bu sırada su kaynasın diye tuşuna basmıştım ki.... ELEKTRİKLER KESİK....!!!

Yıl 2010

Evet.. Yıl 2010 ve biz bu sene Dünya Kültür Başkenti seçilmiş bir şehirde yaşıyoruz.. Bunu şehrin dört bir yanında yapılan pahalı törenlerle kutluyoruz.. Kar yağacağı, fırtına olacağı günler öncesinden duyuruluyor.. AKOM (Afet Kordinasyon Merkezi) tüm önlemleri aldığını açıklıyor.. 

Bunları duyduğumuzda, "biz artık gelişiyoruz, baksana adamlar her türlü önlemi alıyor" diyoruz.. Ama fırtınadan dolayı olacak bir elektrik kesintisine hala çare bulamıyoruz.. 
Elektrik idaresi ile konuştuğumda aldığım cevap ise; "bir kaç saat içinde düzelecek, yoğun kar yağışı ve fırtına sebebiyle" deniliyor..

Bu güzel şehrin eksikleri o kadar çok ki: "işte bu oldu" dediğimiz noktada hoop... 1 eksi daha geliyor... Ve her zaman olduğu gibi.. 3 yanlış 1 doğruyu götürüyor..